başucu kitaplarımdan biridir. klasik ana-babaya öğretiler tarzında bir kitap değil. çoğu psikiyatristle düşünceleri çatışmış, ömrünü bu işe vermiş bir psikanalist alice miller. meslek hayatı boyunca gözlemlediği hastalarından ya da gündelik hayattan örneklerle, yetişkin çocuğun profilini çizmiş.
çocuğuma karşı şöyle davranmalıyım reçetelerinden ziyade, okuyanın kendi çocukluğunu düşündürmeye, sebep-sonuç ilişkileri kullanmaya yönlendiriyor. ilginç tespitleri ve daha evvel hastalarıyla yaptığı terapilerden örnekler var.
kitapta altı çizilesi çok yer var, daha evvel alıntıladığım bir bölümü;
Çocuğun küçük düşürülmesi, zayıflığın aşağılanması bizi nereye götürür?
Gündelik yaşamdan örnekler
Bir tatil sırasında “aşağılama” üzerine düşünüyor ve daha önce bununla ilgili olarak almış olduğum notları gözden geçiriyordum. Herhalde bu konu üzerinde duyarlılığımın artmasından dolayı olacak ki, görünüşte dikkat çekici bir yanı olmayan, gündelik sayılan ve sıkça tekrarlanan bir olayı genelde olduğundan daha güçlü bir biçimde yaşadım. Düşüncelerimi bu olayı aktararak açıklamaya başlamak istiyorum; çünkü çalışmalarım sırasında vardığım bazı görüşleri ve sonuçları bu olayda kişilerin özel yaşamlarına değinme tehlikesi olmadan ortaya koyabileceğimi sanıyorum.
Yer bir tatil kasabası. Bir gezinti yapıyordum, önümde genç evli bir çift yürüyordu. Uzun boylu bir anne, uzun boylu bir baba ve yanlarında mızırdanarak koşturan iki yaşlarında bir erkek çocuğu. (bizler bu tür olayları hep yetişkinlerin açısından görme alışkanlığındayız, fakat bu olayı burada çocuğun bakış açısından yaşanmış olarak betimleyeceğim.) anne ve baba az önce bir büfeden hazır dondurmalardan almışlardı ve ikisi de dondurmalarını sapından tutmuş, keyifle yalayarak yiyorlardı. Küçük oğlan da böyle bir dondurma isteyince annesi yumuşak bir sesle ona bir açıklama yaptı: “gel, benim dondurmamdan bir ısırık alabilirsin. Bunun hepsini yiyemezsin. Bu senin için çok fazla ve çok da soğuk bir şey.” Fakat çocuk bir ısırık almaya razı olmadı ve elini annesinin dondurmasının sapına doğru uzatıp annesinin elinden almak isteyince anne dondurmayı geri çekti. Çocuk acı acı ağlamaya başladı ve bu defa babasına yöneldi; aynı şeyi baba ile de tekrarladı: “ al ufaklık” dedi babası sevgi dolu bir tavırla “benimkinden bir ısırık al”. Çocuk “hayır, hayır, hayır” diye bağırarak ve ağlayarak birkaç metre ileri koştu, bir şeylerle oyalanmaya çalıştı, fakat geri dönerek ana/babasının önünde dikilip gözlerini onların dondurmalarına dikti; bir yandan ağlayarak üzgün ve kıskanç bakışlarla onların dondurma yiyişini izledi. Anne ve baba dondurmalarını ısırması için ağzına doğru hep yeniden uzatıyor, çocuk ufacık eliyle dondurmanın sapına doğru atak yapıyor ve o zaman yetişkin eli hızla dondurma ile birlikte geriye çekiliyordu.
Bu böyle sürdükçe çocuk sesini giderek yükselterek gürültüyle ağlıyor ve o sesini yükselttikçe de ana/baba daha çok kahkaha atıyorlardı. Aslında niyetleri bu kahkahalarıyla çocuğu neşelendirmek, olayı şakalaşmaya dönüştürmekti. “Ağlayacak ne var? Alt tarafı bir dondurma. Şu dondurma için yaptıklarına bak”. Bir ara çocuk sırtını ana/babaya dönüp yolun ortasına, yere oturdu ve yerden aldığı ufak çakıl taşlarını omzunun üzerinden arkaya annesine doğru fırlatmaya başladı. Sonra birden ayağa kalkıp geri döndü ve huzursuz bir ifadeyle ana babasının hala arkasında olup olmadığına baktı. Baba dondurmasını tümüyle yiyip bitirdikten sonra sapını çocuğa uzattı ve yürümeye başladı. Çocuk istekle tahta parçasını yalamaya girişti, sonra durup onu inceledikten sonra fırlatıp attı. Eğilip yeniden almak istedi, vazgeçti ve boğazından düş kırıklığı ile dolu derin yalnız bir hıçkırık yükselerek küçük bedenini sarstı. Sonra çocuk sustu ve uslu uslu ana/babasının peşinden yürümeye koyuldu.
Yetenekli çocuğun dramı/Alice Miller
syf. 87-88
-------------
Gündelik yaşamdan örnekler
Bir tatil sırasında “aşağılama” üzerine düşünüyor ve daha önce bununla ilgili olarak almış olduğum notları gözden geçiriyordum. Herhalde bu konu üzerinde duyarlılığımın artmasından dolayı olacak ki, görünüşte dikkat çekici bir yanı olmayan, gündelik sayılan ve sıkça tekrarlanan bir olayı genelde olduğundan daha güçlü bir biçimde yaşadım. Düşüncelerimi bu olayı aktararak açıklamaya başlamak istiyorum; çünkü çalışmalarım sırasında vardığım bazı görüşleri ve sonuçları bu olayda kişilerin özel yaşamlarına değinme tehlikesi olmadan ortaya koyabileceğimi sanıyorum.
Yer bir tatil kasabası. Bir gezinti yapıyordum, önümde genç evli bir çift yürüyordu. Uzun boylu bir anne, uzun boylu bir baba ve yanlarında mızırdanarak koşturan iki yaşlarında bir erkek çocuğu. (bizler bu tür olayları hep yetişkinlerin açısından görme alışkanlığındayız, fakat bu olayı burada çocuğun bakış açısından yaşanmış olarak betimleyeceğim.) anne ve baba az önce bir büfeden hazır dondurmalardan almışlardı ve ikisi de dondurmalarını sapından tutmuş, keyifle yalayarak yiyorlardı. Küçük oğlan da böyle bir dondurma isteyince annesi yumuşak bir sesle ona bir açıklama yaptı: “gel, benim dondurmamdan bir ısırık alabilirsin. Bunun hepsini yiyemezsin. Bu senin için çok fazla ve çok da soğuk bir şey.” Fakat çocuk bir ısırık almaya razı olmadı ve elini annesinin dondurmasının sapına doğru uzatıp annesinin elinden almak isteyince anne dondurmayı geri çekti. Çocuk acı acı ağlamaya başladı ve bu defa babasına yöneldi; aynı şeyi baba ile de tekrarladı: “ al ufaklık” dedi babası sevgi dolu bir tavırla “benimkinden bir ısırık al”. Çocuk “hayır, hayır, hayır” diye bağırarak ve ağlayarak birkaç metre ileri koştu, bir şeylerle oyalanmaya çalıştı, fakat geri dönerek ana/babasının önünde dikilip gözlerini onların dondurmalarına dikti; bir yandan ağlayarak üzgün ve kıskanç bakışlarla onların dondurma yiyişini izledi. Anne ve baba dondurmalarını ısırması için ağzına doğru hep yeniden uzatıyor, çocuk ufacık eliyle dondurmanın sapına doğru atak yapıyor ve o zaman yetişkin eli hızla dondurma ile birlikte geriye çekiliyordu.
Bu böyle sürdükçe çocuk sesini giderek yükselterek gürültüyle ağlıyor ve o sesini yükselttikçe de ana/baba daha çok kahkaha atıyorlardı. Aslında niyetleri bu kahkahalarıyla çocuğu neşelendirmek, olayı şakalaşmaya dönüştürmekti. “Ağlayacak ne var? Alt tarafı bir dondurma. Şu dondurma için yaptıklarına bak”. Bir ara çocuk sırtını ana/babaya dönüp yolun ortasına, yere oturdu ve yerden aldığı ufak çakıl taşlarını omzunun üzerinden arkaya annesine doğru fırlatmaya başladı. Sonra birden ayağa kalkıp geri döndü ve huzursuz bir ifadeyle ana babasının hala arkasında olup olmadığına baktı. Baba dondurmasını tümüyle yiyip bitirdikten sonra sapını çocuğa uzattı ve yürümeye başladı. Çocuk istekle tahta parçasını yalamaya girişti, sonra durup onu inceledikten sonra fırlatıp attı. Eğilip yeniden almak istedi, vazgeçti ve boğazından düş kırıklığı ile dolu derin yalnız bir hıçkırık yükselerek küçük bedenini sarstı. Sonra çocuk sustu ve uslu uslu ana/babasının peşinden yürümeye koyuldu.
Yetenekli çocuğun dramı/Alice Miller
syf. 87-88
-------------
yazarın düşüncelerini biraz kırparak yazdım.
Çocuğun “oral içgüdü isteğinin” engellenmediğini görüyordum, çünkü böyle olsaydı ana/babasının dondurmalarından sunulan ısırıkları alırdı, gücenmesi ve sinirlenmesi bundan değildi. Ana/babası sapı aynen başkalarının yaptığı gibi elinde tutup yemek istemesini anlamamışlar, ayrıca ona bu yüzden gülmüşler, “büyükler gibi yapmak isteme” ihtiyacı ile eğlenmişlerdi. O kararlı davrandıkları için gurur duyan, üstelikte birbirleriyle tam bir dayanışma içinde olan iki devin karşısında acıyla yapayalnız durarak ve henüz “hayır”dan başka bir şey diyemeyerek, daha doğru dürüst konuşamadığı için isteklerini (son derece belirgin olan) vücut hareketleri ile iletmeye çalışmış fakat ana/babasının kendisini anlamalarını sağlayamamıştı… İsteklerine tercüman olacak bir avukatı da yoktu. Aslında bir çocuğun bir duvarın önünde durur gibi kendinden çok daha güçlü iki yetişkinin karşısında durması büyük bir adaletsizliktir; çocuktan babayı anaya, anayı babaya şikayet etme hakkını esirgediğimiz zaman buna “terbiyede tutarlılık” adını vermekteyiz.
Kendimize bu ana/babasının neden bu kadar empatiden yoksun biçimde davrandıklarını sorabiliriz. Neden bunlardan birinin aklına dondurmasını çabucak bitirmek, hatta dondurmanın çoğunu atıp az bir kısmını sapıyla birlikte çocuğa bırakmak gelmedi? Neden ikisi de gülerek dondurmalarını yavaş yavaş bitirdiler ve çocuğun apaçık çaresizliği karşısında bundan etkilenmemiş gibi görünmeye çalıştılar? Bunlar kötü veya soğuk bir ana/baba değildi, baba çocuğuna çok sevecen bir tavırla konuşmuştu. Buna rağmen ikisi de –en azından benim onları gözlemlediğim süre içinde- empatiden yoksun davranış sergilemişlerdi.
O halde sorun neydi? Biz bu anne ile babayı zayıf birini bulunca kendini onun yanında daha güçlü hisseden, için için güvensiz ve çocuk kalmış kişiler olarak görme duyarlılığını gösterebilirsek sorun açıklanmış olur… örneğin korktuğu zaman kendisiyle “amma da yaptın, bunda korkulacak ne var” gibi sözlerle alay edilmeyen çocuk var mıdır? Çocuk korkuları bu şekilde alaya alındığı zaman kendini aşağılanmış hisseder ve utanır, çünkü tehlikeyi gereğince değerlendirememiştir: ve o da ilk fırsatta aynısını yaparak bu duyguları kendinden daha küçük olan başka bir çocuğa geçirir… bu olayda –büyük olasılıkla- ana/babanın yaptığı da aynen buydu.
…………..
Örneğimizdeki küçük çocuğun yirmi yıl sonra, veya kardeşleri olursa çok daha önce, aynı dondurma olayını tekrarlayacağından kuşku duyulmamalıdır. Ancak bu kez dondurmayı elinde tutan kişi kendisi, içinde taşıyıp hep kurtulmak istediği ve artık kendinden ayırıp dışına çıkarma imkanı bulduğu kıskançlıklar içindeki aciz varlık da karşısındaki çocuk olacaktır… daha küçük ve zayıf olanı aşağılamak kendini güçsüzlük duygularının egemen olmasına karşı korumanın en iyi yoludur……… Gerçekten güçlü bir insan çaresizliği yaşamış olan ve bazen çaresiz kalabileceğini bilen bir kişidir; dolayısıyla başkalarını aşağılayarak gücünü sergilemeye ihtiyacı yoktur.
Bazen yetişkin insan kıskançlık, çaresizlik, terkedilmişlik gibi duygularını ancak çocuk sahibi olunca ve çocuğunda yaşayabilir, çünkü kendi çocukluğunda bunları bilinçli olarak yaşamaya fırsat bulamamıştır.
…………….
Çocuğun kendini küçük düşmüş hissetmesine yol açan içgüdüsünü doyurmaktan yoksun kalması değildir, kendisinin “bir kişi olarak” aşağılanmış olmasıdır. Ve bu acısı ana/babanın –bilincinde olmadan- geçmişteki aşağılanmanın intikamını ondan “onun büyüğü olduğunu sergileyerek” almasıyla daha da artar. Aslında ana/baba çocuğun meraklı gözlerinde kendi küçük düşürülmelerle dolu geçmişi ile karşı karşıya gelmekte ve kendini artık sahip olduğu gücüyle bu geçmişe karşı savunmak zorunda kalmaktadır.. Ana/babamızdan çok erken yaşlarda öğrenerek devraldığımız davranış kalıplarından ne kadar istesek de vazgeçemeyiz. Fakat kendimize bu belli davranışlardan neler çektiğimizi tümüyle hissetmek ve algılamak için izin verdiğimiz anda bunlardan özgür olur, bizi içimizden etkileyerek yaşamımızı belirlemelerinden kurtuluruz.
………..
Buna ek olarak bir çok toplumda küçük kız çocukları ayrıca kız olduklarından dolayı da aşağılanır. Ve bu kızlar ileride anne olup yeni doğan bebek ve meme çocuğu üzerinde hakimiyet sahibi olunca uğradıkları aşağılamaları en erken yaştaki çocuklarına devrederler. Bu koşullarda yetişen erkek (bütün insanlar gibi gerçekten sevilmiş olduğu düşüncesine sarıldığı için) kendi annesini yüceltir ve aşağılanmanın intikamını annesinden almak yerine başka kadınlardan almaya yönelip her fırsatta diğer kadınları aşağılar.. Sonuçta, erkekler tarafından aşağılanan bütün bu kadınlar üzerindeki baskıdan bir ölçüde kurtulmak için kendilerine açık olan tek yola başvurmak zorunda kalırlar; ve onlar da bu yükü yine kendi çocuklarına aktarırlar.. Bütün bunlar örtülü olarak, gizliden gizliye ve cezasız kalacak bir biçimde olup biter. Küçük çocuk kendine yapılanları anlatma imkanından yoksundur. Belki ancak daha sonra, ileride ortaya çıkabilen sapık davranışlarda veya nevrozlarda –anneyi açıkça suçlamayan bir biçimde- yaşadıklarını ve tepkilerini semboller yolu ile örtülü olarak ifade edebilir.
Aşağılama zayıfların silahıdır.
….
Yetişkin çocuğunun ruhunu kendi malı gibi kullanır; nasıl kullanacağı da tümüyle onun insafına bırakılmaktadır. Totaliter rejimlerle yönetilen ülkelerin halkı da aynı durumdadır, fakat bu insanlar bile meme çocuğunun haklarını hiçe sayan bir ana/babaya teslim olduğu ölçüde, bu çocuklar kadar teslim olmuş ve çaresiz değillerdir.. Küçük çocuğun katlandığı acılar konusunda bir duyarlılık kazanmadığımız sürece yetişkinin gücünü bu şekilde kullanıyor olması kimsenin gözüne batmayacak, ciddiye alınmayacak ve önemi de geniş ölçüde küçümsenecektir. Çünkü söz konusu olanlar “sadece çocuktur”. Fakat bilmeliyiz ki yirmi yıl sonra bu çocuklar bütün bunların acısını kendi çocuklarından çıkaran yetişkin birer insan olacaklardır.
Yetenekli çocuğun dramı/Alice Miller
syf. 88-92
Çocuğun “oral içgüdü isteğinin” engellenmediğini görüyordum, çünkü böyle olsaydı ana/babasının dondurmalarından sunulan ısırıkları alırdı, gücenmesi ve sinirlenmesi bundan değildi. Ana/babası sapı aynen başkalarının yaptığı gibi elinde tutup yemek istemesini anlamamışlar, ayrıca ona bu yüzden gülmüşler, “büyükler gibi yapmak isteme” ihtiyacı ile eğlenmişlerdi. O kararlı davrandıkları için gurur duyan, üstelikte birbirleriyle tam bir dayanışma içinde olan iki devin karşısında acıyla yapayalnız durarak ve henüz “hayır”dan başka bir şey diyemeyerek, daha doğru dürüst konuşamadığı için isteklerini (son derece belirgin olan) vücut hareketleri ile iletmeye çalışmış fakat ana/babasının kendisini anlamalarını sağlayamamıştı… İsteklerine tercüman olacak bir avukatı da yoktu. Aslında bir çocuğun bir duvarın önünde durur gibi kendinden çok daha güçlü iki yetişkinin karşısında durması büyük bir adaletsizliktir; çocuktan babayı anaya, anayı babaya şikayet etme hakkını esirgediğimiz zaman buna “terbiyede tutarlılık” adını vermekteyiz.
Kendimize bu ana/babasının neden bu kadar empatiden yoksun biçimde davrandıklarını sorabiliriz. Neden bunlardan birinin aklına dondurmasını çabucak bitirmek, hatta dondurmanın çoğunu atıp az bir kısmını sapıyla birlikte çocuğa bırakmak gelmedi? Neden ikisi de gülerek dondurmalarını yavaş yavaş bitirdiler ve çocuğun apaçık çaresizliği karşısında bundan etkilenmemiş gibi görünmeye çalıştılar? Bunlar kötü veya soğuk bir ana/baba değildi, baba çocuğuna çok sevecen bir tavırla konuşmuştu. Buna rağmen ikisi de –en azından benim onları gözlemlediğim süre içinde- empatiden yoksun davranış sergilemişlerdi.
O halde sorun neydi? Biz bu anne ile babayı zayıf birini bulunca kendini onun yanında daha güçlü hisseden, için için güvensiz ve çocuk kalmış kişiler olarak görme duyarlılığını gösterebilirsek sorun açıklanmış olur… örneğin korktuğu zaman kendisiyle “amma da yaptın, bunda korkulacak ne var” gibi sözlerle alay edilmeyen çocuk var mıdır? Çocuk korkuları bu şekilde alaya alındığı zaman kendini aşağılanmış hisseder ve utanır, çünkü tehlikeyi gereğince değerlendirememiştir: ve o da ilk fırsatta aynısını yaparak bu duyguları kendinden daha küçük olan başka bir çocuğa geçirir… bu olayda –büyük olasılıkla- ana/babanın yaptığı da aynen buydu.
…………..
Örneğimizdeki küçük çocuğun yirmi yıl sonra, veya kardeşleri olursa çok daha önce, aynı dondurma olayını tekrarlayacağından kuşku duyulmamalıdır. Ancak bu kez dondurmayı elinde tutan kişi kendisi, içinde taşıyıp hep kurtulmak istediği ve artık kendinden ayırıp dışına çıkarma imkanı bulduğu kıskançlıklar içindeki aciz varlık da karşısındaki çocuk olacaktır… daha küçük ve zayıf olanı aşağılamak kendini güçsüzlük duygularının egemen olmasına karşı korumanın en iyi yoludur……… Gerçekten güçlü bir insan çaresizliği yaşamış olan ve bazen çaresiz kalabileceğini bilen bir kişidir; dolayısıyla başkalarını aşağılayarak gücünü sergilemeye ihtiyacı yoktur.
Bazen yetişkin insan kıskançlık, çaresizlik, terkedilmişlik gibi duygularını ancak çocuk sahibi olunca ve çocuğunda yaşayabilir, çünkü kendi çocukluğunda bunları bilinçli olarak yaşamaya fırsat bulamamıştır.
…………….
Çocuğun kendini küçük düşmüş hissetmesine yol açan içgüdüsünü doyurmaktan yoksun kalması değildir, kendisinin “bir kişi olarak” aşağılanmış olmasıdır. Ve bu acısı ana/babanın –bilincinde olmadan- geçmişteki aşağılanmanın intikamını ondan “onun büyüğü olduğunu sergileyerek” almasıyla daha da artar. Aslında ana/baba çocuğun meraklı gözlerinde kendi küçük düşürülmelerle dolu geçmişi ile karşı karşıya gelmekte ve kendini artık sahip olduğu gücüyle bu geçmişe karşı savunmak zorunda kalmaktadır.. Ana/babamızdan çok erken yaşlarda öğrenerek devraldığımız davranış kalıplarından ne kadar istesek de vazgeçemeyiz. Fakat kendimize bu belli davranışlardan neler çektiğimizi tümüyle hissetmek ve algılamak için izin verdiğimiz anda bunlardan özgür olur, bizi içimizden etkileyerek yaşamımızı belirlemelerinden kurtuluruz.
………..
Buna ek olarak bir çok toplumda küçük kız çocukları ayrıca kız olduklarından dolayı da aşağılanır. Ve bu kızlar ileride anne olup yeni doğan bebek ve meme çocuğu üzerinde hakimiyet sahibi olunca uğradıkları aşağılamaları en erken yaştaki çocuklarına devrederler. Bu koşullarda yetişen erkek (bütün insanlar gibi gerçekten sevilmiş olduğu düşüncesine sarıldığı için) kendi annesini yüceltir ve aşağılanmanın intikamını annesinden almak yerine başka kadınlardan almaya yönelip her fırsatta diğer kadınları aşağılar.. Sonuçta, erkekler tarafından aşağılanan bütün bu kadınlar üzerindeki baskıdan bir ölçüde kurtulmak için kendilerine açık olan tek yola başvurmak zorunda kalırlar; ve onlar da bu yükü yine kendi çocuklarına aktarırlar.. Bütün bunlar örtülü olarak, gizliden gizliye ve cezasız kalacak bir biçimde olup biter. Küçük çocuk kendine yapılanları anlatma imkanından yoksundur. Belki ancak daha sonra, ileride ortaya çıkabilen sapık davranışlarda veya nevrozlarda –anneyi açıkça suçlamayan bir biçimde- yaşadıklarını ve tepkilerini semboller yolu ile örtülü olarak ifade edebilir.
Aşağılama zayıfların silahıdır.
….
Yetişkin çocuğunun ruhunu kendi malı gibi kullanır; nasıl kullanacağı da tümüyle onun insafına bırakılmaktadır. Totaliter rejimlerle yönetilen ülkelerin halkı da aynı durumdadır, fakat bu insanlar bile meme çocuğunun haklarını hiçe sayan bir ana/babaya teslim olduğu ölçüde, bu çocuklar kadar teslim olmuş ve çaresiz değillerdir.. Küçük çocuğun katlandığı acılar konusunda bir duyarlılık kazanmadığımız sürece yetişkinin gücünü bu şekilde kullanıyor olması kimsenin gözüne batmayacak, ciddiye alınmayacak ve önemi de geniş ölçüde küçümsenecektir. Çünkü söz konusu olanlar “sadece çocuktur”. Fakat bilmeliyiz ki yirmi yıl sonra bu çocuklar bütün bunların acısını kendi çocuklarından çıkaran yetişkin birer insan olacaklardır.
Yetenekli çocuğun dramı/Alice Miller
syf. 88-92
4 yorum:
bu kitap benim de okuduğum kitaplar arasındaki en iyi birkaç kitaptan biri vildan. sevgiler.
Yeni keşfettim bu blogu ve bayıldım. Harika...Notlarımı alıyorum bir yandan,hafta sonu dost kitapevi bizi bekler...
merhaba yasemin :)
saynur beğenmene sevindim. öyküşe sevgiler :)
çok hoş tespitler, cok begendim en kısa zamanda edinip okumak istiyorum paylaşım için teşekkür ederim. Yazar sanki bazı satırlarda düşüncelerimi yazmış.
Yorum Gönder